22 Şubat 2014 Cumartesi

AYVALIK.... Farklı Bİr Alem



  Ayvalık... buraya yolumuz ilk defa 11 Mayıs 2012 de düştü... Serap'la kendimize evliliğin 4. yılını kutlamak maksatlı Cumadan izni alıp üç günlük bir kaçamak ayarladık. Her nasıl olduysa 2013 mayısında da evlilik yıl dönümümüz burada oldu ve bunu bir ritüel yapma kararı aldık, haydi hayırlısı....

    Ayvalık; genci yaşlısı fark etmeden herkese hitab edebiliyor, dalış yapmak, güneşlenmek, gecenin geç saatlerine kadar masa başı muhabbetler yapmak, lezzetli Girit yemeklerinden örnekler yemek...vb. hepsi burada. Yalova' dan Ayvalık yaklaşık 340 km, 3.5-4 saat süren güzel bir yolculuktan sonra güzeller güzeli Ege' yi görüyoruz, Ayvalık. Ege' ye gitmek doğal olarak yazın güzeldir fakat bizim fikrimiz Ayvalık en güzel Mayıs'ta yaşanır, ne çok tenha ne çok kalabalık, tam kıvamında.

    Ayvalık çok da büyük olmasa da bir çok güzelliği bir arada sunabiliyor, Sarımsaklı plajları ve Cunda arası en uç noktalar gibi düşünülebilir ve toplam mesafe 5 km yi geçmez, biz bu yüzden konaklamak için Cunda' yı tercih ediyoruz. Ayvalık' tan Cunda' ya geçerken "Türkiye' nin İlk Boğaz Köprüsü" nü geçerek varıyoruz hedefe. Taşbahçe Butik Otel, internet araştırmalarının ardından tercihimiz oluyor ve kesinlikle en doğru tercih olduğuna inanıyorum. Tertemiz ve sabun kokan mekanda misafirperverlik kavramı ayrı bir boyut kazanmış, kesinlikle tavsiyemizdir.

   Artık biraz gezinmek lazım, ilk rotamız Sarımsaklı Plajları, gideceğimiz en uzak noktadan başlıyoruz gezmeye. Kesinlikle memleketin en güzel plajlarından birisi burası olmalı, deniz pırıl pırıl ve göz alabildiğine incecik kumlardan oluşan bir plaj... Henüz mayıs, malum deniz buz ama serde delikanlılık var deyip dalıyorum suya... Upuzun kumlukta sadece Serap ve ben varız, daha güzel bir evlilik yıl dönümü olur mu?



  Sarımsaklı' dan sonra rota meşhur Şeytan Sofrası.... Arabayla kısa ama dik bir tırmanış ardından varıyoruz Şeytanın Sofrasına, manzara mükemmel, hafiften de bir esinti. Buraya bir de çay bahçesi kurmuşlar, manzaraya karşı çay- kahve keyfi yapabiliyorsunuz. Efsaneye göre burada Şeytanın ayak izi duruyor, bir çok efsaneye de konnu olduğu söyleniyor. Hatta söylentiye göre şeytanın bir ayağı burada diğeri de karşı tepelerde dururmuş... Yaratıcı bir zeka ürünü olsa gerek, ayak izini gördük fakat buradan gün batımı izlenmeli, şeytan keyfine düşkünmüş.

   Yorgunluk çökmeye başlıyor bünyeye, ahesteden dönüyoruz odamıza. Akşam yorgunluğunu gözümüzden okuyan Belkıs Hanım, ellerine sağlık,
bizi odaya girmeden yoldan çevirip kek ve çay ikram ediyor ki değmeyin keyfimize.

 


Nefeslendik, dinlendik derken akşamın 9 unu yaptık, iyiden iyiye de karnımız acıktı. Adres belli, Reyhan ablanın mekanı Vino Şarapevi... Cunda' nın en güzel mekanı desek  abartmayız herhalde.. Arnavut kaldırımlı sokak arasında küçük, güzel nezih bir mekan; keyifle Girit mezlerinin tadına bakarken bir kaç kadeh içebiceğiniz, muhabbeti rahat rahat uzatabileceğiniz bir mekan. Reyhan Ablanın güler yüzü ve hoş sohbetini de eklemeden etmeyelim.
 

   Sohbet, muhabbet derken saat gece yarısını geçiyor artık, kahvelerimize de içtikten sonra vedalaşıp otele doğru yola koyuluyoruz. Sokaklar hepten tenhalaşmış, Mayıs güzelliği, yaz aylarında hınca hınç dolu oluyormuş buralar. Eğer siz de ziyaretinizi Mayıs yada Haziran başına denk getirebilirseniz oğlak eti de yiyebilirsiniz.

 


 Sabah sekiz gibi uyanıyoruz, tertemiz havada otelin bahçesinde güzel bir kahvaltı yapıyoruz, sakin sakin Türk Kahvelerimizi de içtikten sonra Cunda' nın tarihi sokaklarında dolanmaya çıkıyoruz. Zamanımız geniş yavaş yavaş sokak sokak dolaşıyoruz. Her biri birbirinden güzel yerlerden geçiyoruz.  Taksiyarhis Kilisesi; en eski kiliselerinden birisi adanın fakat içine giremiyoruz maalesef şansımıza restorasyon var.

   

 Taş sokaklardan geçe geçe yükseklere doğru çıkıyoruz. Rotamız Aşıklar Tepesi; edki Yel değirmenleri ve Agios Kilisesi' ne ilerliyoruz.

   Agios Kilisesi; tarihi 1800' lere kadar gidiyormuş. Rahmi Koç Vakfı burayı çok güzel restore etmiş, ve tepeden manzaraya nazır bir şekilde tarihi yapıya da zarar vermeden bir cafe kurmuşlar. Buradan bütün Cunda ayaklarınızın altında, birer limonata içerek soluklanıyoruz. Bu arada burada limonatayı gerçekten hakkını vererek yapıyorlar.




   Kuşbakışı manzaranın tadını yeterince çıkardıktan sonra tekrar daracık sokakları geçe geçe iniyoruz deniz kenarına kadar. Arabayı alıp Cunda' nın etrafındaki bir kaç koyu gezmeye çıkıyoruz. Pateriça plajı, Sakin plajı arabayla kısa metraj da olsa geziyoruz, bu sefer delikanlılık yapıp denize girmiyorum.

   Merkeze dönerken artık saatimiz beşi gösteriyor. Malum buralara gelip de lokma tatlısı yemeden olmaz, kaybettiğimiz   enerjiyi yerine koymak lazım. Deniz kenarında keyfimiz hepten yerinde, hafif bir ege esintisi de bize eşlik ediyor, suda bize bakarak yüzen balıkları da söylemeden geçmemek lazım, bu balıklar lokma bile yiyorlar.

     Ayvalıkta' ki son günümüzü bitiriyoruz yavaş yavaş, artık keyifli bir akşam yemeği ve ardından uyku bizi bekler. Buralarda meşhur bir Papalina balığı var, rakı balık deyince akıllara bu geliyor daha çok ama ben denemedim hiç, nedense balık denince şöyle bir adım geri atıyorum. Bugünü böyle bitiriyoruz, mis kokulu otelimiz bizi bekler, ertesi sabah yol var.
 
     Sabah erken kalkıyoruz yine, kahvaltı keyfinden sonra yavaş yavaş toparlanıyoruz. Artık yol vakti ama Ayvalık merkezde Sakızlı Dondurma yemeden yola çıkmayalım deyip kısa bir dondurma molası veriyoruz ve bu kısa turu da böylece bitiriyoruz.


 

4 Şubat 2014 Salı

Kapadokya, Medeniyetler Beşiği...


  Nisan ayı gelmiş yavaş yavaş kış biterken gezip tozma damarlarımız da kabarmaya başlamış, dayanamadık yine Serap' la beraber 4 günlük bir plan yaptık. Perşembe' den izne çıkıp dolu dolu bir Kapadokya gezisi....
 
Yol uzun; Yalova - Kapadokya arası 685 km,  ciddi bölümünü otobandan geçtiğimiz ve kalan kısmı da dümdüz bir yol ,bol bol muhabbet etme fırsatımız oldu yol boyunca.

  Kapadokya Bölgesinin nerdeyse 60 milyon yıl önce volkanik patlamalarla oluştuğu ve zaman içinde bu günkü şekillerine döndüğü söyleniyor. Tarih boyunca Hititler, Persler, Romalılar... vb dahil olmak üzere onlarca uygarlığın gelip geçtiği bir coğrafya burası.Gezilecek yerlerin dağınık ve aralarında kilometreler olmasından ötürü buraları eğer turla gitmiyorsanız en güzel arabayla gezersiniz, hem de her yeri görme fırsatınız olur.

  Yola çıkmadan önce otelimizi ayarladık ki zorlanmayalım uzun yolculuğun ardında ee madem Kapadokya' ya gidiyoruz bir "mağara otel" de kalalım dedik ve tercihimizi Akyol Otel den yana kullandık, pişman da olmadık. Mevsim itibariyle de talebin çok yoğun olmadığı bir dönem olduğu için de uygun fiyatlı konaklama şansımız oldu.

  Otele yerleştikten sonra akşamüstü saatleri olduğundan kısa bir şehir merkezi turu yaptık fakat pek beklediğimiz gibi hareketli bir şehir merkezi değildi maalesef, sağ olsun oteller  ve turlar her şey dahil mantığıyla burada da turistleri kafese koymuşlar keyiflerine göre gezdiriyorlar. Şehir merkezi çok da büyük değil. Burada şarapçılık kesinlikle yaygın ve meşhur, ben şahsen Bozcaada şaraplarını tercih ediyorum. Çok güzel şaraphaneler var fakat tadım yapamıyoruz, yasak.  Uzun yolculuk ve kısa bir gezintinin ardından yorgunluk bünyeye nüfus etti iyiden iyiye, artık dinlenmek gerek.

    Sabahın 5 inde güne başladık, buralara kadar geldik Balon Turu yapmadan olmaz dedik fakat bu sabah şansımız yaver gitmedi hava rüzgarlı olunca Balon gezisi yapılamıyor haklı olarak. Çalışanların deyimiyle "Abi soluğu Kayseri' de alırız mazallah!".  Mecburen Balon turunu son günümüze erteleyip tıpış tıpış otele kahvaltı yapmaya dönüyoruz. Kahvaltımız mis, sonrasında da tur başlar.

    Hava biraz serin, gezmeye uzaktan başlayalım dedik ve Kapadokya'nın yer altı şehirlerinden gezmeye başlayalım dedik. İlk hedef  KAYMAKLI YERALTI ŞEHRİ. Ürgüp' e yaklaşık  15 km olan yeraltı şehrine çok güzel manzaralı yollardan geçerek ulaşıyorsunuz. Yerin 8 kat altına kadar indiği söyleniyor ancak 4 katı ziyarete açık durumda.
   Yeraltı şehirlerinin tamamına giriş ücretli ancak Müze Kartınız varsa ücretsiz olarak girebiliyorsunuz. Biz Müze Kart saltanatını yaşayarak bedavadan girip çıktık buralara. Müze kart yoksa giriş kişi başı 15 TL.

  Yerin altına inmek garip bir his, tüneller göz aldatmasın gayet dar ve alçak, 1.70 m boyuma rağmen ben bile eğilerek gezdim.  Bu şehrin her katı farklı amaçlarla dizayn edilmiş, oturma odası ve mezarlığın da alt alta olması dikkat çekmiyor değil.










Şehrin 1. katı hayvanlar ve genel kullanım, 2. katı kilise ve mezarlık, 3. katı    erzak depolar-şaraphaleneler, 4. katı da insanların yer üstündeki gündelik işlerini yapabileceğin yerler olarak kullanılırmış zamanında fakat kalan diğer 8 kat hakkında kesin bir bilgi olmadığı söyleniyor.

   Sıradaki yeraltı şehri DERİNKUYU YERALTI ŞEHRİ, bu sefer daha derinlere inicez.  Derinkuyu- Ürgüp arası yaklaşık 35 km. Buranın Romalılar döneminde bile kullanıldığı söyleniyor. Derinkuyu' nun kaç katlı olduğu kesin olarak bilinmiyormuş ama 8 katı ziyarete açık.

  1. kat; giriş, şaraphane, okul. 2.Kat; oturma odaları, mutfak. 3. Kat; Bu kat tam bir arakat ve Kaymaklı Yer Altı şehriyle birleşen bir tünel ve tüm diğer katlara inen havalandırma bacası var.4. Kat,; oturma ve yatak odaları. 5. Kat; Yine yatak odaları ve oturma odaları. 6. Kat ise aşağıya inen bir tünel olarak kullanılıyormuş.

   Biz daha aşağıya inemedik açıkçası zira aşağılara indikçe hem nefes almanız zorlaşıyor hem de hava değişiyor. Altıncı kat bizim için bu kadarı kafidir dediğimiz yer oldu ve dönüşe                                     geçtik.

   Yer altı şehirlerinin hepsinin bir birine alttan bağlantısı olduğu söyleniyor. Aşağıdaki tekerler şeklindeki şey KAPI imiş. Bu kapıyı içeriden çocuk bile kapatabilirken dışarıdan onlarca adam açamıyormuş.

  Bu yeraltı şehirlerinin ne zaman yapıldığı bilinmese de , neden yapıldığını düşünmeden edemedik, nasıl bir düşmandır ki gelen ondan korunmak adına insanlar yerin kat kat altına saklanmışlar.

  Derinkuyu' nun girişinde aşağıda Romalılar dan kalan bir kilise de var fakat pek de ilgilenilmemiş hatta için döküntü durumda. Ancak dışarıdan
fotoğrafını çekebildik.

  Yer altında bu kadar gezmek yeterdir dedik Serap' la artık biraz da yer yüzüne çıkalım. Bu arada, yer altı şehirlerine girerken dikkat etmek gereken bir şey, eğer içerde kalabalık turlar varsa biraz oyalanın hemen girmeyin. Çünkü içerde daracık yerlerde sıra geçmek için sıra beklemek zorunda kalabiliyorsunuz. Biz Derinkuyu nun 3. katında 15-20 dakika kendi kendimize lafladık mecburen. 



  Uçhisar kalesi; soluğu burada aldık, yer altına in in nereye kadar. Ürgüp' yaklaşık 15 km. mesafede Uçhisar Kalesi; kayalara oyularak yapılmış tepesine kadar içerden çıkılan bir kale burası. Burada müze kartımıza kimse yüz vermedi o yüzden kişi başı 5 Tl yi bayıldık. Bildiğimiz kalelerden epey farklı , iki sifri kayaya oyularak yapılmış.
     Sırada Ortahisar Kalesi var . Bu arada biz uer altı şehirlerini gezerken Ürgüp etrafında bir çember çizip tekrar Ürgüp' dönüyoruz, kafa karıştırmamak ve aynı yerleri tekrar dönmemek adına. Ortahisar Kalesi buraların en yüksek yerine kondurulmuş ve yine kayaları oyarak yapmış burayı eskiler.

    Günü en etkin kullanmak adına burada fazla oyalanmayıp rotayı Göreme Açık Hava müzesine çevirdik. Hazır vaktimiz varken hemen girişte yer alan müze cafe de birer kahve içip yorgunluğumuzu atıyoruz. Koca günün yorgunluğunu almaya yetiyor açıkçası.  
Burada da müze kartımız gerekli havasını attı. Normalde giriş kişi başı 15 TL.  Göreme Açık Hava müzesi manastır eğitiminin ilk başladığı yer olarak bilinirmiş, her alanda kiliseler, şapeller ve yemekhaneler mevcut. Oldukça geniş alana yaygın halde kurulmuş bir alan.


    Gün yorucu geçti, epeyce de yol yaptıktan sonra artık acıktık da doğal olarak. Buralarda meşhurmuş Testi Kebabı, madem geldik yemeden gitmeyelim. Eti testilere sebzeleriyle beraber koyduktan sonra 4-5 saat odun fırınında pişiriyorlar masaya getirdiklerinde de testinin tepesini kırıp öyle servis ediyorlar.


 Kuzu eti de farklı bir güzel oluyor hani, afiyet olduktan sonra kısa metraj bir şehir merkezi turu, meşhur Asmalı Konak'ı uzaktan görüp kısa bir şarap alışverişinden sonra yatağı uzaktan görüp sızıyoruz.






 






















   2. Sabah çok da erken başlamaya gerek görmedik, yaya yaya manzaraya nazır bir kahvaltı keyfinden sonra Mustafa Kemal Paşa mahallesini turluyoruz. Otelimiz bu mahallede olması büyük avantaj oldu bir çok tarihi yapının ortasında konaklama fırsatı bulduk. Hatta ikinci gecemizde akşam yemeğini yediğiniz kafe, Meryem Ana Kilisesinin müştemilatına kurulmuş                                                       bir yerdi.
   Bu gün hedefimiz Avanos' a kadar yol yapmak. İlk durağımız da PAŞABAĞ yada Rahipler Vadisi. Burda da bir dolu farklı peri bacaları var ve epey de geniş bir alana yayılıyor, gez gez bitmiyor.



   Paşabağ' dan sonra vakitte öğleyi geçti, hızımızı aldık Avanos' a kadar uzandık. Meşhur topraktan testi,kap,tencere ne varsa üretiliyor burada. Kızılırmak etrafına kurulmuş bir ilçe burası, her köşesinde topraktan kap kaçak satılıyor. Gelmişken arabayı park edip bir yürüyüş yapıyoruz nehir boyunda. Çanak çömlek atölyelerini gezdik ama maalesef topraktan bir şeyler yapma şansı bulamadık.

   Nehir kenarında yorgunluk atmak adına birer çay içip rotayı Zelve' ye çeviriyoruz.

    Zelve Açık Hava Müzesi; Kapadokya' nın en enteresan yerlerinden. Burada 1950 li yıllara kadar insanlar ikamet ediyorlarmış, şaşırıyoruz doğal olarak. Zaman içinde yapıların bazı kısımlarında çökme ihtimalleri oluşmaya başlamış ve tabi ki hem tarihi dokunun hem de insanların korunması maksatlı boşaltılmış Zelve. Buraya da giriş ücretli ve müze kartımız yine iş görüyor.






   Zelve' de dört kilisenin yanında bir de cami var. Cami doğal olarak çok daha yeni duruyor. Bazı yapıların içinde hala eskiden kalan bazı resimleri param parça da olsa görmek mümkün.

   Ve günü burada bitiriyoruz, fakat Kapadokya' da ki işimiz henüz bitmedi. Yarın eve yola çıkıcaz ama evvela sabahın beşinde uyanıp balon turu için toplanma alanına gitmek lazım, tek temennimiz "bu sefer rüzgar olmasın."




     Saat sabahın beş buçuğu, normal şartlarda para verseler uyanmaz insan bu saatte ama biz balon sevdasına kalkıp toplaşma yerine vardık. Çaylar poğaçalar şirketten ve ne mutlu ki rüzgar yok balonlar şişiriliyor. Anatolia Baloons bizim tercihiz oluyor ve çok da memnun kalıyoruz.  






  Yaklaşık bir buçuk saatlik uçuşun her saniyesine kesinlikle değiyor. Yerden sadece rüzgar ve alevin bozduğu sessizlik eşliğinde kalkıyoruz, pilotumuz Rodrigo... 

   Gökyüzünde onlarca balon, gün daha yeni yeni doğmaya çalışırken inanılmaz Kapadokya manzarası ve sükunet, kesinlikle yaşanılası bir durum. 


    Mükemmel manzara eşliğinde bir önceki gün karadan gezerek gördüğümüz yerleri bir de kuşbakışı izliyoruz ve Avanos yakınlarında iniş noktamıza indikten sonra küçük bir geçmiş olsun kutlaması, yalandan bir şampanya patlatılıyor ve tabii ki sertifikalarımızı alıp minibüslerle toplaşma yerimize dönüyoruz.

    Güzel manzaralar zihnimizde kahvaltımızı edip eve doğru yola koyuluyoruz...