Ayvalık... buraya yolumuz ilk defa 11 Mayıs 2012 de düştü... Serap'la kendimize evliliğin 4. yılını kutlamak maksatlı Cumadan izni alıp üç günlük bir kaçamak ayarladık. Her nasıl olduysa 2013 mayısında da evlilik yıl dönümümüz burada oldu ve bunu bir ritüel yapma kararı aldık, haydi hayırlısı....
Ayvalık; genci yaşlısı fark etmeden herkese hitab edebiliyor, dalış yapmak, güneşlenmek, gecenin geç saatlerine kadar masa başı muhabbetler yapmak, lezzetli Girit yemeklerinden örnekler yemek...vb. hepsi burada. Yalova' dan Ayvalık yaklaşık 340 km, 3.5-4 saat süren güzel bir yolculuktan sonra güzeller güzeli Ege' yi görüyoruz, Ayvalık. Ege' ye gitmek doğal olarak yazın güzeldir fakat bizim fikrimiz Ayvalık en güzel Mayıs'ta yaşanır, ne çok tenha ne çok kalabalık, tam kıvamında.
Ayvalık çok da büyük olmasa da bir çok güzelliği bir arada sunabiliyor, Sarımsaklı plajları ve Cunda arası en uç noktalar gibi düşünülebilir ve toplam mesafe 5 km yi geçmez, biz bu yüzden konaklamak için Cunda' yı tercih ediyoruz. Ayvalık' tan Cunda' ya geçerken "Türkiye' nin İlk Boğaz Köprüsü" nü geçerek varıyoruz hedefe. Taşbahçe Butik Otel, internet araştırmalarının ardından tercihimiz oluyor ve kesinlikle en doğru tercih olduğuna inanıyorum. Tertemiz ve sabun kokan mekanda misafirperverlik kavramı ayrı bir boyut kazanmış, kesinlikle tavsiyemizdir.
Artık biraz gezinmek lazım, ilk rotamız Sarımsaklı Plajları, gideceğimiz en uzak noktadan başlıyoruz gezmeye. Kesinlikle memleketin en güzel plajlarından birisi burası olmalı, deniz pırıl pırıl ve göz alabildiğine incecik kumlardan oluşan bir plaj... Henüz mayıs, malum deniz buz ama serde delikanlılık var deyip dalıyorum suya... Upuzun kumlukta sadece Serap ve ben varız, daha güzel bir evlilik yıl dönümü olur mu?
Sarımsaklı' dan sonra rota meşhur Şeytan Sofrası.... Arabayla kısa ama dik bir tırmanış ardından varıyoruz Şeytanın Sofrasına, manzara mükemmel, hafiften de bir esinti. Buraya bir de çay bahçesi kurmuşlar, manzaraya karşı çay- kahve keyfi yapabiliyorsunuz. Efsaneye göre burada Şeytanın ayak izi duruyor, bir çok efsaneye de konnu olduğu söyleniyor. Hatta söylentiye göre şeytanın bir ayağı burada diğeri de karşı tepelerde dururmuş... Yaratıcı bir zeka ürünü olsa gerek, ayak izini gördük fakat buradan gün batımı izlenmeli, şeytan keyfine düşkünmüş.
Yorgunluk çökmeye başlıyor bünyeye, ahesteden dönüyoruz odamıza. Akşam yorgunluğunu gözümüzden okuyan Belkıs Hanım, ellerine sağlık,
bizi odaya girmeden yoldan çevirip kek ve çay ikram ediyor ki değmeyin keyfimize.
Nefeslendik, dinlendik derken akşamın 9 unu yaptık, iyiden iyiye de karnımız acıktı. Adres belli, Reyhan ablanın mekanı Vino Şarapevi... Cunda' nın en güzel mekanı desek abartmayız herhalde.. Arnavut kaldırımlı sokak arasında küçük, güzel nezih bir mekan; keyifle Girit mezlerinin tadına bakarken bir kaç kadeh içebiceğiniz, muhabbeti rahat rahat uzatabileceğiniz bir mekan. Reyhan Ablanın güler yüzü ve hoş sohbetini de eklemeden etmeyelim.
Sohbet, muhabbet derken saat gece yarısını geçiyor artık, kahvelerimize de içtikten sonra vedalaşıp otele doğru yola koyuluyoruz. Sokaklar hepten tenhalaşmış, Mayıs güzelliği, yaz aylarında hınca hınç dolu oluyormuş buralar. Eğer siz de ziyaretinizi Mayıs yada Haziran başına denk getirebilirseniz oğlak eti de yiyebilirsiniz.
Sabah sekiz gibi uyanıyoruz, tertemiz havada otelin bahçesinde güzel bir kahvaltı yapıyoruz, sakin sakin Türk Kahvelerimizi de içtikten sonra Cunda' nın tarihi sokaklarında dolanmaya çıkıyoruz. Zamanımız geniş yavaş yavaş sokak sokak dolaşıyoruz. Her biri birbirinden güzel yerlerden geçiyoruz. Taksiyarhis Kilisesi; en eski kiliselerinden birisi adanın fakat içine giremiyoruz maalesef şansımıza restorasyon var.
Taş sokaklardan geçe geçe yükseklere doğru çıkıyoruz. Rotamız Aşıklar Tepesi; edki Yel değirmenleri ve Agios Kilisesi' ne ilerliyoruz.
Agios Kilisesi; tarihi 1800' lere kadar gidiyormuş. Rahmi Koç Vakfı burayı çok güzel restore etmiş, ve tepeden manzaraya nazır bir şekilde tarihi yapıya da zarar vermeden bir cafe kurmuşlar. Buradan bütün Cunda ayaklarınızın altında, birer limonata içerek soluklanıyoruz. Bu arada burada limonatayı gerçekten hakkını vererek yapıyorlar.
Kuşbakışı manzaranın tadını yeterince çıkardıktan sonra tekrar daracık sokakları geçe geçe iniyoruz deniz kenarına kadar. Arabayı alıp Cunda' nın etrafındaki bir kaç koyu gezmeye çıkıyoruz. Pateriça plajı, Sakin plajı arabayla kısa metraj da olsa geziyoruz, bu sefer delikanlılık yapıp denize girmiyorum.
Merkeze dönerken artık saatimiz beşi gösteriyor. Malum buralara gelip de lokma tatlısı yemeden olmaz, kaybettiğimiz enerjiyi yerine koymak lazım. Deniz kenarında keyfimiz hepten yerinde, hafif bir ege esintisi de bize eşlik ediyor, suda bize bakarak yüzen balıkları da söylemeden geçmemek lazım, bu balıklar lokma bile yiyorlar.
Ayvalıkta' ki son günümüzü bitiriyoruz yavaş yavaş, artık keyifli bir akşam yemeği ve ardından uyku bizi bekler. Buralarda meşhur bir Papalina balığı var, rakı balık deyince akıllara bu geliyor daha çok ama ben denemedim hiç, nedense balık denince şöyle bir adım geri atıyorum. Bugünü böyle bitiriyoruz, mis kokulu otelimiz bizi bekler, ertesi sabah yol var.
Sabah erken kalkıyoruz yine, kahvaltı keyfinden sonra yavaş yavaş toparlanıyoruz. Artık yol vakti ama Ayvalık merkezde Sakızlı Dondurma yemeden yola çıkmayalım deyip kısa bir dondurma molası veriyoruz ve bu kısa turu da böylece bitiriyoruz.